….Ve ne zaman isterseniz aşk ı, o kadar uzaklaştırırsınız kendinizden.. Aşk istenince var olan bir şey değildir. Sizi yanlış tercihler yapmaya sürükler. Aşık olmayı istemeyin, aşık olduğunuzu hissedin..Zaten eminim hepiniz birine ya da bir şeylere aşıksınız eminim.En büyük aşk yaratıcıya duyulan aşk'tır..Zaten hayatınızın aşkını bulduğunuzda yeniden yaratılıyormuş gibi gelmiyor mu?Aşık olduğunuz kadın-erkek tanrısal bir güce sahip olmuyor mu?Taparcasına sevmiyor muyuz o'nu? Dua etmiyor musunuz ona , şükretmiyor musunuz? Tanrının yeryüzünde şekillenmiş hali gibi gelmiyor mu o ?
- Ne diyor lan bu? dedi Sezai kıpkırmızı bir suratla..' Bence artık müdehale etme zamanı geldi..' 'Ben karışmam abi' dedim.
Sonuçta Halil, Sezai den bu söyleşiye karışmamasını rica etti Sezai de hiç itiraz etmeden kabul etti..Şimdi durduk yere ortamı germenin hiç bir anlamı yoktu.Şunun şurasında bi yarım saat daha anlatacak ve bitirecekti söyleşiyi.Açıkçası bende büyük bir sıkıntıyla bekliyordum bitirmesini..
-Şunun şurasında yarım saat kaldı,bende senin gibi bekliyorum germe ortamı ve sabret..
-Nasıl sabredeyim oğlum? Söyleşi yaptığı insanların en büyüğü 13 yaşında.Ve anlattığı şeylere bak! Bu salağa bunu bi hatırlatmak lazım..
-Sen bu söyleşinin 9-13 yaş aralığın'da çocuklar olacağını bilmiyor muydun da Halil e bıraktın o zaman? Ben zaten böyle bir atmosfer olacağını tahmin ediyordum..
-Madem tahmin ediyordun da ne diye itiraz etmedin g.t
-Ağzını bozma Sezai'cim..Beni bu tarz paylaşım konularına karıştırmayın diye defalarca söyledim.Ben sizin bu tek beden buluşmanızın denge kısm..
-S.ktir lan dengeymiş.En büyük dengesiz sensin adamı sinirlendirme..Karışma madem sen.Ben bu gidişe bir dur diyeceğim.Yoksa bu çocuklar burada ilk ciddi bunalımını yaşayacak.
-Peki abicim karışmıyorum ben.Ne haliniz varsa görün..
Sezai'yle biz bu tartışmaları yaşarken Halil anlatmaya devam ediyordu. Konu iyice depresif bir hal almış , Halil ayrılıklara, ayrılıkların acımasız taraflarına, ayrılıkların hep hayatımız boyunca olacağına, hepimizin bir gün sevdiklerimizden ayrılacağına ve bu durumlara şimdiden kendilerini hazırlamak konusunda nasihatler öğretiler ve hikayeler anlatıyordu.. Sezai bir fırsatını bulup araya girmek için bir an yakalamaya çalışıyordu ki salondaki çocuklardan biri hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.. Halil çocuğa bakıp 'gerçekler çok acı değil mi? Sen şu an konuyu anlayan tek insansın' dedi..
11-12 yaşlarında bir çocuk ağlıyordu ve Halil ona gerçeklerin ne kadar acı olduğundan ve kendisini anladığından bahsediyordu.. Evet işin tadı oldukça kaçmış gibiydi.. Sezai'ye katılıp bu duruma bende müdahale etmeye karar verdim.Ben bu kararı verdiğim sırada Sezai çoktan kontrolü ele alma çabasına girmişti bile. Salondaki çocukların en büyüklerinden olduğu anlaşılan bir çocuk elini kaldırıp soru sorduğu sırada, karşısında soruyu sorduğu adamdan hiç ses çıkmıyordu çünkü Sezai dil kaslarını ses ve dudak kaslarını ele geçirmiş Halil in konuşmasına izin vermiyordu.. Halil boş bulunduğu için gafil avlanmış ve ne kadar cevap vermeye çalışsada beceremiyordu..O an ruhumuzun bin kat derinlerine gömülüp uzun bir süre oradan çıkasım yoktu çünkü manzara bir felaketti.. Karşılıklı kasları zorlamanın getirdiği yüz kızarıklığı bir tarafa, Halil konuşmaya çalıştıkça harflerin ağızdan 'ağğğğ,hövğğ,ssss,tssss' gibi nidalarla çıkması, eğitimcilerin ve çocukların bu saçma manzara karşısında ki yüz ifadeleri, o an oradan sihirli bir değnekle ışınlanma isteği uyandırdı. Napıyordu lan bu manyaklar?
Sihirli bir değneğim olmadığına göre bedeni oradan ışınlayamazdım..Acilen bir şeyler yapmalıydım ama ne? Aklıma gelen tek şey varolan duruma tüy dikmekten başka bir işe yaramadı ama yaptım..Onlar dil, ses, dudak kası savaşı yapa dursun, ben miğde kaslarımızı harekete geçirip, sabah yemiş olduğumuz kızarmış ekmek üstüne sürülmüş ev salçası, bir kaynamış yumurta, bolca yenmiş domates, salatalık, zeytin, peynir ve kahveden arta kalanları ağız ve burun kanalıyla masaya boşalttım.. Evet yaptım bunu..
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum..Belki 1 saat belki 1 dakika hatırlamıyorum.Yaptığım şey kavgayı sona erdirmişti ama sonuçlarını düşününce anlık bir bilinç kaybı yaşamış olmalıyım..Sessizliği bir eğitimcinin titrek sesi bozdu..
' İyi misiniz Halil bey?'
Halil peçeteyle ağzımızı sildi.Ürkütücü bir sakinlikte 'hepinizden özür diliyorum, işte aşk insanı bu hale getiriyor' dedi..
Sonra yarım ağızla sevimli bir gülüş atıp 'Şaka bir yana konser turnesi, set yoğunluğu ve uykusuzluk sanırım miğdemi bozdu üzgünüm lavaboya gidip hemen geliyorum' dedi..
Lavoboya kalktığında bize saçma bir gülümseme attı.Yüzümüzü yıkadı ve salona alkışlar eşliğinde geri döndü..Bütün salon rahatlamış gibiydi.Halil de bunun farkındaydı ve yine sevimli bir gülüşle 'eee kimler selfie çekmek istiyor bakalım' dedi.Salonda birden kocaman bir çığlık koptu ve yaklaşık 45 dakikalık fotoğraf faslından sonra veda edip oradan ayrılmak üzere yola çıktık..
Sezai'ninde benimde çıtımız çıkmıyordu.Arada Sezai bana 'ne yaptın sen salak bakışları atıyordu ama göz göze gelmemek için yol boyunca apartmanları,asfaltı,betonu filan izliyordum..İşin en sinir bozucu tarafı Halil'den hiç ses çıkmıyordu.Ondan çıkacak ilk cümleyi beliyorduk.Korkuyorduk çünkü ne yapsa ne dese haklıydı.Sonuçta bu söyleşi onun söyleşisiydi ve biz bunu rezil ettik..Ah salak kafa bırak işte ne anlatıyorsa anlatsın..Yol boyunca korunan sessizlik Halil in soför e 'Nevizadeye çeksene' cümlesiyle bozuldu..
'Yaptın mı beğendiğini salak şimdi içip içip bize saracak.Sabaha kadar sçıcak ağzımıza' dedi Sezai.
Senin yaptığın neydi diye çıkışmak istedim ama tartışmanın bir anlamı yoktu..Olan olmuştu..Yine depresyon dolu bir zaman dilimi ya da dilimleri bizi bekliyordu.
Aklımdan 'ne güzel bir denge kurmuştuk iyiydik yinede, şimdi tamda bahar gelmişken adamın depresyonunu tetiklemeye ne gerek vardı' diye geçirirken Halil bize dönüp 'Çok tatlı değiller miydi lan' dedi..Sayenizde gerçekleşen ruh hastası görsel sölenimizde cabası'dedi ve bi kahkaha attı..'Sizinle aynı bedeni paylaşmak çok keyifli oğlum' dedi..
Başta şaka yapıyor dalga geçiyor sandık ama hiçte öyle değildi..Gayet ciddi ve keyifliydi..'Haydi size bi rakı ısmarlıyım' dedi.Sezai de durumdan keyif almış olacak ki 'ben bira içerim hacı' dedi ve o da koca bir kahkaha attı.. 'Banada bu durumda Türk kahvesi içmek kalıyor sanırım' deyip saçma bir kahkahayla onlara katıldım..
Her zaman gittiğimiz mekanların dışında başka yerler keşfetmeye karar verdik.O mekan senin bu mekan benim dolaştık durduk.İnsanlarla sohbet ettik..Sezai gereksiz danslarını sergiledi.Bolca kahkaha attık.Ertesi sabah saat 6 da set varmış hiç birimizin umrunda değildi.Resmen üçümüzde ortak bir mutlulukta buluşmuş ve sabahlar olmasın istiyorduk..Öylede oldu..
Set mi? Ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Sanki uykusuz olan yorgun olan sabahlara kadar sürtmüş olan biz değilmişiz gibi enerjik ve keyifli bir 14 saat geçirdik sette..
Eve geldiğimizde artık bütün enerji tükenmiş ve yorgunluktan bacaklarımız titriyordu..Koltuğa kendimizi nasıl attık bilmiyorum..
Halil yarı baygın bir şekilde 'iyi atlattık beyler' dedi..Sezai yarı baygın gözlerimizle ' neşelenme oğlum sen, bu kadar fazla neşe bünyemize yaramıyor' dedi ve son kalan güçle koca bir kahkaha attı.Halil ve bende katıldık bu gülme seremonisine..
Kahkaha ata ata, oracıkta, o koltukta, birbirimize sımsıkı sarılıp, derin bir uykuya daldık...
halil sezai yazılar
27 Nisan 2014 Pazar
27 Şubat 2014 Perşembe
devamm...
Gözümüzün içine bakti ve "tek suçlu ben miyim yani" dedi, sizin ikinizin hiç ama hiç suçu yok öyle mi, yani ben çok memnunum böyle yasamaktan, her şeyim birbirine denk, hayatim süper ama suçlu benim öyle mi?" dedi. Gözleri yavaş yavaş dolmaya başlamıştı bunları söylerken. Bu tip durumlarda ses çıkarmamak en güzeli. Sezai de bunu bildiğinden susuyor, etrafa bakınıyordu. Kısa sayılmayacak bir esten sonra Halil kısık ve puslu bir ses tonuyla "nankörsünüz olum siz" dedi. "Nankör! Koca yıl sayemde gezmediğiniz görmediğiniz yer kalmadı" dedi. "yediğiniz önünüzde yemediğiniz arkanızdaydı. Bütün cefayı, sorumluluğu, problemleri bütün gerginliği, hüznü ben taşırken üstümde siz keyfinize bakıyordunuz. Ben size bir şey demiş miydim? " "Sorun da burada zaten" diye ani bir çıkış yaptı Sezai " Sorun da burada senin hüznün senin cefan senin bilmem neyin. Bahsettiğin 1 yıl boyunca senin aptal bunalımını yaşamak zorunda kaldık. Çok sağ ol gezdik tozduk. Ya ne yapsaydık, seninle ayni kafaya mi girseydik? Ruhun farklı olabilir ama bu beden hepimizin ve ben artik senin bu duygusal bunalım sürecinden çok sıkıldım. Bizi yönlendirmenden sıkıldım. Ve evet şu anda yalnız olmamızın tek suçlusu SENSİN! Senin saplantılı, aşktan kokuşmuş ruhun!! "Aşktan kokuşmuş ruhun" mu? İşte bu hiç hoş olmamıştı. Uyuyan canavarı uyandırabilirdi. Vereceği tepkiyi az çok tahmin edebiliyordum. Ve eğer tahminim doğru çıkarsa , bu yaz benim ve Sezai için bitti demektir. Sezai de gelecek tepkinin ne olacağını görebildiği için susmuştu ama arada kaçamak gözlerle bana bakıyordu. Yine de gözlerinde " n'olcaksa olsun olum" bakışı vardı. Hayır tabii ki ne olacaksa olsundu ama bundan 2 yıl önceki yaz aklıma geldiğinde bu pek hoş bir "olsun" değildi.
...
2 Yıl Önce..
- tamamdır abi biletler hazır yarin çıkıyoruz yola. Bölüm paramız da yattı mis gibi takılıcaz.. Hayırdır abi ne bu Halil’deki tripler?
- Halil gitmiyoruz diyor..
- Ne demek gitmiyoruz olum. Her şey hazır işte. Hatun bavul topluyor, yerimiz hazır. Ayhan Kaptan'ı aradım. Balıkçı teknemiz altımızda. Nedir yani??
- Sevgisine inanmıyormuş abi..
- Kimin sevgisine? - Ayhan Kaptan'ın!! Kimin olacak hatunun!
- ........
- ........
- Olum delirtmeyin adamı! O inanmıyorsa ben inanıyorum Alla Allaa! Sen de inanıyorsun. 2'ye 1. Gidiyoruz abi!
- Hiç bir yere gitmiyoruz!!!
- Halil bak, rica ediyorum. Bütün bir yıl çalıştık, hatunla her şey yolunda. Söz vermiştin tatilde tribe girmeyecektin.
- Git- mi- yo- ruz!!
...
2 Yıl Önce..
- tamamdır abi biletler hazır yarin çıkıyoruz yola. Bölüm paramız da yattı mis gibi takılıcaz.. Hayırdır abi ne bu Halil’deki tripler?
- Halil gitmiyoruz diyor..
- Ne demek gitmiyoruz olum. Her şey hazır işte. Hatun bavul topluyor, yerimiz hazır. Ayhan Kaptan'ı aradım. Balıkçı teknemiz altımızda. Nedir yani??
- Sevgisine inanmıyormuş abi..
- Kimin sevgisine? - Ayhan Kaptan'ın!! Kimin olacak hatunun!
- ........
- ........
- Olum delirtmeyin adamı! O inanmıyorsa ben inanıyorum Alla Allaa! Sen de inanıyorsun. 2'ye 1. Gidiyoruz abi!
- Hiç bir yere gitmiyoruz!!!
- Halil bak, rica ediyorum. Bütün bir yıl çalıştık, hatunla her şey yolunda. Söz vermiştin tatilde tribe girmeyecektin.
- Git- mi- yo- ruz!!
- Niye lan! Niye gitmiyoruz? Sana göre mi ayarlayacaz bedenimizi? Şu tipimize bak bi! Solduk kaldık, azcık güneş görelim.
- Ne demek lan! Bütün bir yıl boyunca bir şey dedim mi? Oyunculuk yapıcam dedin, tiyatro dedin tamam dedim. Bu kızdan hoşlandım dedin tamam dedim. Bütün sene enerjimi emme dedin tamam dedim ama yeter bana bu kadar enerji. Tatil yok! Bu yaz kapanıcaz ve yas tutucaz...........
- Ne yası lan!? Mis gibi bi sezon geçirdik, dizimiz vardı, mis gibi paramızı kazandık. Yedik içtik, ne kira sorunumuz vardı, ne de harcama sıkıntımız. Tamam ucu ucuna olsa da her şey yolundaydı.
- Senin yüzünden albümümü yapamadım ben! Senin televizyona çikip maymunluk yapma sevdan yüzünden ben bütün sene beste yapamadım! Bu yaz tatil yok! Ben albüm yapıcam.
- Hatun n'olcak lan?!?
- Ayrılıyoruz! Zaten son dönemlerde farkındaysanız sürekli tartışıyoruz.
- Sen tartışıyosun olum. İçiyosun içiyosun olmayacak şeylere karışıyosun. Sanane kızın ne yediğinden ne içtiğinden ne giyindiğinden kiminle görüştüğünden.. Biz gayet iyi anlaşıyoruz!
-Ne demek banane lan! Ben onunla bütünleştim. Ben onun ruhunu giyindim üstüme. Ben onsuz nefes alsam yaşıyor muyum diye sorguluyorum. Sizin gibi lay lay lom yapmıyorum!
- Biz de seviyoruz. Biz eğlenebiliyoruz da.. Senin kadar içselleştirmiyo olabiliriz ama sevgi hep senin hissettiğin gibi 'kaybolmak ve kapanmak' değildir. Açılmak lazım . Nefes alman değil almak lazım. Biz olmak lazım. Sen bencilsin. Hep sevilmek istiyosun. Ama hayat sana göre ayarlamıyor saatini.. Sen de bir şey söylesene abi!?
- Beni karıştırmayın abi. Ben anlatıcıyım, ortadayım. Hiç bulaşamam bu ruh hastası muhabbetinize.
- Tatil yook! O kadar! Hatunu çok sevmemize rağmen, ayriliyoruz.
- Neden abi neden yaa?
- Çünkü çok sevmekten korkuyorum. Çünkü terk edilmekten korkuyorum. Nefessiz kalmaktan korkuyorum! Anlaşıldı mi?!
- Ne demek lan! Bütün bir yıl boyunca bir şey dedim mi? Oyunculuk yapıcam dedin, tiyatro dedin tamam dedim. Bu kızdan hoşlandım dedin tamam dedim. Bütün sene enerjimi emme dedin tamam dedim ama yeter bana bu kadar enerji. Tatil yok! Bu yaz kapanıcaz ve yas tutucaz...........
- Ne yası lan!? Mis gibi bi sezon geçirdik, dizimiz vardı, mis gibi paramızı kazandık. Yedik içtik, ne kira sorunumuz vardı, ne de harcama sıkıntımız. Tamam ucu ucuna olsa da her şey yolundaydı.
- Senin yüzünden albümümü yapamadım ben! Senin televizyona çikip maymunluk yapma sevdan yüzünden ben bütün sene beste yapamadım! Bu yaz tatil yok! Ben albüm yapıcam.
- Hatun n'olcak lan?!?
- Ayrılıyoruz! Zaten son dönemlerde farkındaysanız sürekli tartışıyoruz.
- Sen tartışıyosun olum. İçiyosun içiyosun olmayacak şeylere karışıyosun. Sanane kızın ne yediğinden ne içtiğinden ne giyindiğinden kiminle görüştüğünden.. Biz gayet iyi anlaşıyoruz!
-Ne demek banane lan! Ben onunla bütünleştim. Ben onun ruhunu giyindim üstüme. Ben onsuz nefes alsam yaşıyor muyum diye sorguluyorum. Sizin gibi lay lay lom yapmıyorum!
- Biz de seviyoruz. Biz eğlenebiliyoruz da.. Senin kadar içselleştirmiyo olabiliriz ama sevgi hep senin hissettiğin gibi 'kaybolmak ve kapanmak' değildir. Açılmak lazım . Nefes alman değil almak lazım. Biz olmak lazım. Sen bencilsin. Hep sevilmek istiyosun. Ama hayat sana göre ayarlamıyor saatini.. Sen de bir şey söylesene abi!?
- Beni karıştırmayın abi. Ben anlatıcıyım, ortadayım. Hiç bulaşamam bu ruh hastası muhabbetinize.
- Tatil yook! O kadar! Hatunu çok sevmemize rağmen, ayriliyoruz.
- Neden abi neden yaa?
- Çünkü çok sevmekten korkuyorum. Çünkü terk edilmekten korkuyorum. Nefessiz kalmaktan korkuyorum! Anlaşıldı mi?!
- .....
- .....
- .....
- O zaman sen ve dolayısıyla biz yalnızlığa mahkumuz. Ve sana şunu söyleyeyim. Ben senin bu saplantılı, aciz, kendine zerre güveni olmayan kokuşmuş aşk zavallılığından yoruldum!!!
- Ne dedin sen???
- ....
- .....
- .....
- O zaman sen ve dolayısıyla biz yalnızlığa mahkumuz. Ve sana şunu söyleyeyim. Ben senin bu saplantılı, aciz, kendine zerre güveni olmayan kokuşmuş aşk zavallılığından yoruldum!!!
- Ne dedin sen???
- ....
Günümüz…
Evet o "ne dedin sen?"in ardından gelen bunalım Sezai'yi de beni de esir almıştı. Ve o yaz, o sıcakta hayatımızda sadece içki, karanlık, gözyaşı ve buhran vardı. Yeniden büyük bir yas dönemindeydik fakat neyin yasıydı bu?... Bunu yaşamak istiyor muydum? Tabii ki hayır ama Sezai çenesini tutamamıştı işte. Halil kafasını biraz kaldırdı. Saçını düzeltti. Uzun uzun bize baktı. Sigarasından derin bir fırt çekti. O an kendime ruhun derinliklerinde güzel bir yer ayarlamayı düşünmekten başka çarem yokmuş gibi geldi. Evet yine koca bir yaz Halil'in kafası yaşayacaktık. Bu bakış onun göstergesiydi. Burnunu çekti. Buğulanmış gözlerini ovuşturdu. Ve... "Peki" dedi. "Tamam, bu yaz gidin gezin eğlenin, sizi hiçbir şekilde rahatsız etmeyeceğim. Ve umarım hayalinizdeki kadını da bulursunuz. Ve umarım hüsran yaşamazsınız. Çünkü size bir şans daha vermeyeceğim" dedi ve kayboldu. Gitti. Emin olmak için bir süre sessizliğimizi koruduk Sezai'yle. Sonra bu sessizliği Sezai bozdu. "Harbi gitti lan!" Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Ama hüzün ve buhran dolu tarafımızın gitmiş olması - hiç yoktan bu yaz- üzülünecek bir şey değildi. Bu düşünceler yerini yavaş yavaş gülen gözlere bıraktı ve uzun zamandır atmadığımız koca bi kahkahayla devam etti. Evet bu yaz bizimdi. Sezai sevinçten kalkıp oynadı. Öyle eğreti figürler sergiledi ki bi an tiksindim kendisinden. Evet bu yaz bu adamla yapmadığımız şey kalmayacak belli. Sonunu bilemediğim macera dolu bir tatil bizi bekliyor..ama önce bu ayki dergi yazımı yazmam sonra da bavulumu toplamam lazım. Halil köşesini bile teslim etmeden gittiğinden, Sezai'nin de saçma fıkraları tutmadığından bu ayki yazıyı ay boyunca tuttuğum notlardan hazırlayacağım. İyi okumalar..
Evet o "ne dedin sen?"in ardından gelen bunalım Sezai'yi de beni de esir almıştı. Ve o yaz, o sıcakta hayatımızda sadece içki, karanlık, gözyaşı ve buhran vardı. Yeniden büyük bir yas dönemindeydik fakat neyin yasıydı bu?... Bunu yaşamak istiyor muydum? Tabii ki hayır ama Sezai çenesini tutamamıştı işte. Halil kafasını biraz kaldırdı. Saçını düzeltti. Uzun uzun bize baktı. Sigarasından derin bir fırt çekti. O an kendime ruhun derinliklerinde güzel bir yer ayarlamayı düşünmekten başka çarem yokmuş gibi geldi. Evet yine koca bir yaz Halil'in kafası yaşayacaktık. Bu bakış onun göstergesiydi. Burnunu çekti. Buğulanmış gözlerini ovuşturdu. Ve... "Peki" dedi. "Tamam, bu yaz gidin gezin eğlenin, sizi hiçbir şekilde rahatsız etmeyeceğim. Ve umarım hayalinizdeki kadını da bulursunuz. Ve umarım hüsran yaşamazsınız. Çünkü size bir şans daha vermeyeceğim" dedi ve kayboldu. Gitti. Emin olmak için bir süre sessizliğimizi koruduk Sezai'yle. Sonra bu sessizliği Sezai bozdu. "Harbi gitti lan!" Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Ama hüzün ve buhran dolu tarafımızın gitmiş olması - hiç yoktan bu yaz- üzülünecek bir şey değildi. Bu düşünceler yerini yavaş yavaş gülen gözlere bıraktı ve uzun zamandır atmadığımız koca bi kahkahayla devam etti. Evet bu yaz bizimdi. Sezai sevinçten kalkıp oynadı. Öyle eğreti figürler sergiledi ki bi an tiksindim kendisinden. Evet bu yaz bu adamla yapmadığımız şey kalmayacak belli. Sonunu bilemediğim macera dolu bir tatil bizi bekliyor..ama önce bu ayki dergi yazımı yazmam sonra da bavulumu toplamam lazım. Halil köşesini bile teslim etmeden gittiğinden, Sezai'nin de saçma fıkraları tutmadığından bu ayki yazıyı ay boyunca tuttuğum notlardan hazırlayacağım. İyi okumalar..
-Şunu fark ettim ki; futbol ve siyasetten başka bir gündeme sahip olmayan bir ülkeyiz. Ne acıdır ki hep bir taraf, taraftar olmaya itiliyoruz. Ayrıştırılıyoruz. "Biz" olmayı ne zaman öğreneceğiz acaba?
- Bunu bilir bunu söylerim; " sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir"
- Tiyatro sanatçısı idealisttir. İdealleri uğruna bir çok şeyden vazgeçmesini bilmelidir. Asi bir ruha sahip olması gerekir. Aykırıdır tiyatro ve sanatçısı. Anlatmaktır, öğretmektir, insanin kendini vurmaktır. Görevi ayna olmaktır. Okuduğum okulda ve kitaplarda bu öğretildi. Ben bunu benimsedim. Mezun olduktan sonra da devletin tiyatrosuna girmeyi reddettim çünkü devletin tiyatrosu ne kadar özgür bırakabilirdi sanatçısını... Ne kadar izin verebilirdi maaş ödediği memurlarının kendini eleştirmesine? Kendinden daha eğitici bir kuruma ne kadar müsamaha gösterebilirdi ki? Nitekim göstermedi de.. Ama çok sert oldu be! Yani hilkat garibesi muamelesine de gerek yoktu. Birden kestirip atmanın ne anlamı var? Topu topu 2.000 tane sanat eğitimi almış insan koca devletin sırtında ne kadar kambur oluşturabilir ki? Hani nerede uzlaşma? Nerede saygı? ( sevgi demiyorum bak ) Devletin diğer kurumlarında kambur yok, bir tek tiyatro kurumlarında mi var demek oluyor bu? Anladım. İyi madem umarım tiyatrolar özelleştirilir, kapatılır da biz de ekonomik olarak rahatlarız. Öyle olacaksa asin bu pis tiyatrocuların hepsini razıyım...
- Arabam olduktan sonra öğrendim ki dünyanın en pahalı benzinini biz kullanıyormuşuz. Dünyanın en pahalı benzini! Biz! ... Vay arkadaş!
- Türk halkı; Konuşmama hakkimi kullanıyorum! Hadi bakalım...
- Televizyon izlemeyeli 6 yil olmuş lan!
- İnternet, hayatıma aktif bir şekilde gireli ve her şeyi internetten takip etmeye başlayalı 4 yıl olmuş.
- Magazin kafasında yaşamak!
- Köşem var söylicem arkadaş; “Ey bir kısım magazin, ey bir kısım boş kafalı kişi; sana ne benim saçımı sağa mi sola mi yatırmamdan. Sana ne etek diye nitelendirdiğin donlarımdan. Sana ne arkadaşım battım mi, çıktım mi, sıçtım mi? Hadi bana ve millete acımıyorsun, kendine acı..” Kolay gele..
- 6-7 yaşlarındayken annem, boyum yaşıtlarımdan kısa olduğu için beni doktora götürmeye karar verir. Sırası gelince muayenehaneye girer. Doktor derdini sorunca annem; oğlunun yaşıtlarından biraz kısa ve az gelişmiş olduğunu düşündüğünü söyler. Doktor yerinden kalkmadan yavaş yavaş yükselen ve azarlayan bir ses tonuyla anneme verip veriştirmeye başlar. Bu yaşta bunun çok normal olduğundan, bende bir anormallik görmediğinden, anormal olan tek şeyin annemin evhamı oluşundan ve en son olarak altın günlerinde zaman harcayacağına evladıyla ilgilenmesi gerektiğinden bahseder ve oturduğu yerden tek hamlede zıplayarak kalkıp anneme kapıyı gösterdiğinde annem bütün bu azarın sebebini anlamıştır. Canım annem bütün bu hikayeyi, yıllarca, biraz utanarak ve hafif gülerek şöyle anlatır. " 6 yaşındaki oğlanı kısa boylu mu acaba diye, 1.40 'lık bi doktora götürürsen azarı da yersin".
- Orta 3'e kadar kendimi şişko ve cüce sanmam bir tarafa "n'apalim Allah da beni böyle yaratmış" demem ve neşeme neşe katmam... :)
- Yanında ( çok afedersiniz) yellenemiyorum diye sevgilisinden ayrılan arkadaşım var benim. Bi de naptın olum sen dediğimde "severek ayrıldık abi" dedi. E yuh diyorum. Bu sanat sepet işlerindeki herkes mi ruh hastası olur arkadaş! Ben senin ismini yazıp burdan maymun ederdim de.. Neyse seviyom seni.
- Yurt dışı gezilerimizin benim için en kötü taraflarından biri oraları gördükçe, kendi ülkemin insanlarına üzülmek oldu. Hani hep bi geyik vardır ya " bizden 50 yıl ilerdeler" diye sanırım doğru bu. Sosyal yaşam, insan hakları, çevre koşulları vs... Yazık bize.
- "Taharet musluğu yok lan burda" dedim. Burada hep böyle dediler.. Avrupa’nın kızlarından soğudum!
- Temizlik imandan gelir hacı! Bunu bilir bunu söylerim.
- Bir de su sıkıntısı var orda. Nerde bizim sularımız nerde oraların suları. İçtikçe susuz kaldım yemin ediyorum. Gözünü sevdiğimin kalabak suyu.
- Yurtdışına çıkan herkesin anında argo sözlüğe geçmesi ve buna her seferinde çok gülünmesi sadece bize mi has acaba?
- Havaların ısınması ve genellikle boğaz taraflarındaki arkadaş görüşmelerinin artmasıyla birlikte "yaa abi ne kadar güzel bi şehirde yaşıyoruz yaa!!!" geyik sezonunu da açmış bulunuyoruz.
----
Evet bavul hazırlama zamanı birazcık yurtdışı birazcık yurtiçi.. Önümüzdeki ay yesyeni maceralarla buradayız. Bakalım karramanlarımızı neler bekliyorduydu..
- Bunu bilir bunu söylerim; " sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir"
- Tiyatro sanatçısı idealisttir. İdealleri uğruna bir çok şeyden vazgeçmesini bilmelidir. Asi bir ruha sahip olması gerekir. Aykırıdır tiyatro ve sanatçısı. Anlatmaktır, öğretmektir, insanin kendini vurmaktır. Görevi ayna olmaktır. Okuduğum okulda ve kitaplarda bu öğretildi. Ben bunu benimsedim. Mezun olduktan sonra da devletin tiyatrosuna girmeyi reddettim çünkü devletin tiyatrosu ne kadar özgür bırakabilirdi sanatçısını... Ne kadar izin verebilirdi maaş ödediği memurlarının kendini eleştirmesine? Kendinden daha eğitici bir kuruma ne kadar müsamaha gösterebilirdi ki? Nitekim göstermedi de.. Ama çok sert oldu be! Yani hilkat garibesi muamelesine de gerek yoktu. Birden kestirip atmanın ne anlamı var? Topu topu 2.000 tane sanat eğitimi almış insan koca devletin sırtında ne kadar kambur oluşturabilir ki? Hani nerede uzlaşma? Nerede saygı? ( sevgi demiyorum bak ) Devletin diğer kurumlarında kambur yok, bir tek tiyatro kurumlarında mi var demek oluyor bu? Anladım. İyi madem umarım tiyatrolar özelleştirilir, kapatılır da biz de ekonomik olarak rahatlarız. Öyle olacaksa asin bu pis tiyatrocuların hepsini razıyım...
- Arabam olduktan sonra öğrendim ki dünyanın en pahalı benzinini biz kullanıyormuşuz. Dünyanın en pahalı benzini! Biz! ... Vay arkadaş!
- Türk halkı; Konuşmama hakkimi kullanıyorum! Hadi bakalım...
- Televizyon izlemeyeli 6 yil olmuş lan!
- İnternet, hayatıma aktif bir şekilde gireli ve her şeyi internetten takip etmeye başlayalı 4 yıl olmuş.
- Magazin kafasında yaşamak!
- Köşem var söylicem arkadaş; “Ey bir kısım magazin, ey bir kısım boş kafalı kişi; sana ne benim saçımı sağa mi sola mi yatırmamdan. Sana ne etek diye nitelendirdiğin donlarımdan. Sana ne arkadaşım battım mi, çıktım mi, sıçtım mi? Hadi bana ve millete acımıyorsun, kendine acı..” Kolay gele..
- 6-7 yaşlarındayken annem, boyum yaşıtlarımdan kısa olduğu için beni doktora götürmeye karar verir. Sırası gelince muayenehaneye girer. Doktor derdini sorunca annem; oğlunun yaşıtlarından biraz kısa ve az gelişmiş olduğunu düşündüğünü söyler. Doktor yerinden kalkmadan yavaş yavaş yükselen ve azarlayan bir ses tonuyla anneme verip veriştirmeye başlar. Bu yaşta bunun çok normal olduğundan, bende bir anormallik görmediğinden, anormal olan tek şeyin annemin evhamı oluşundan ve en son olarak altın günlerinde zaman harcayacağına evladıyla ilgilenmesi gerektiğinden bahseder ve oturduğu yerden tek hamlede zıplayarak kalkıp anneme kapıyı gösterdiğinde annem bütün bu azarın sebebini anlamıştır. Canım annem bütün bu hikayeyi, yıllarca, biraz utanarak ve hafif gülerek şöyle anlatır. " 6 yaşındaki oğlanı kısa boylu mu acaba diye, 1.40 'lık bi doktora götürürsen azarı da yersin".
- Orta 3'e kadar kendimi şişko ve cüce sanmam bir tarafa "n'apalim Allah da beni böyle yaratmış" demem ve neşeme neşe katmam... :)
- Yanında ( çok afedersiniz) yellenemiyorum diye sevgilisinden ayrılan arkadaşım var benim. Bi de naptın olum sen dediğimde "severek ayrıldık abi" dedi. E yuh diyorum. Bu sanat sepet işlerindeki herkes mi ruh hastası olur arkadaş! Ben senin ismini yazıp burdan maymun ederdim de.. Neyse seviyom seni.
- Yurt dışı gezilerimizin benim için en kötü taraflarından biri oraları gördükçe, kendi ülkemin insanlarına üzülmek oldu. Hani hep bi geyik vardır ya " bizden 50 yıl ilerdeler" diye sanırım doğru bu. Sosyal yaşam, insan hakları, çevre koşulları vs... Yazık bize.
- "Taharet musluğu yok lan burda" dedim. Burada hep böyle dediler.. Avrupa’nın kızlarından soğudum!
- Temizlik imandan gelir hacı! Bunu bilir bunu söylerim.
- Bir de su sıkıntısı var orda. Nerde bizim sularımız nerde oraların suları. İçtikçe susuz kaldım yemin ediyorum. Gözünü sevdiğimin kalabak suyu.
- Yurtdışına çıkan herkesin anında argo sözlüğe geçmesi ve buna her seferinde çok gülünmesi sadece bize mi has acaba?
- Havaların ısınması ve genellikle boğaz taraflarındaki arkadaş görüşmelerinin artmasıyla birlikte "yaa abi ne kadar güzel bi şehirde yaşıyoruz yaa!!!" geyik sezonunu da açmış bulunuyoruz.
----
Evet bavul hazırlama zamanı birazcık yurtdışı birazcık yurtiçi.. Önümüzdeki ay yesyeni maceralarla buradayız. Bakalım karramanlarımızı neler bekliyorduydu..
Yeni notlar ve yeni hikayelerimizin olması dileğiyle.
Fin.
Geçen ay:
telefon hiç durmadan çaldığı için ve artık tanıdık numaralar azaldığından olsa gerek telefonumu sessize alıp genelde koltuk aralarında unutuyordum. Akşamları da yaklaşık on beş dakikamı telefonumu aramakla geçiriyor bulduğum zaman onlarca cevapsız aramanın içinden tanıdıklarıma geri dönüyordum. Bir akşam, yaklaşık bir aydır konuşmadığım Kamuran’ın ısrarla beni aramış olduğunu gördüm. Demek ki aklına süper bir şey gelmiş olacak ki benimle paylaşacak. Hemen annem ve kar deşimden önce aradım Kamuran’ı.
- Alo Kamu
- Nerdesin olm sen?
- Buradayım
- Artık ulaşamıyoruz da…
(son dönemde en sık duyduğum cümle)
- Ya işte telefona baktıkça beynimdeki hücre sayısı giderek azalıyodu onu fakettim, o yüzden az takılmaya çalışıyorum telefonla
- Heheh yapma ya! Neyse…
(Sesinde enterasan bir neşe - heyecan karışımı bir tını vardı. Kesin dedim yine fenomen olacak bir dizi projesi buldular bana da bir rol yazdı, onu anlatacak. Kamuran’ın yazım dilini çook severim. O yüzden oynar mıyım? Evet, hem de seve seve. Hem arkadaşın yazdığı senaryo candır. İstediğin zaman kendine az ya da çok sahne yazdırabilirsin. Yazmazsa sıçarsın ağzına trip atarsın, o da yapar. Evet. Bu böyledir. )
- Hayırdır? Pek bir fingirdek geliyo sesin? Mutlu musun lan yoksa? Yemin ederim konuşmam bak!
- Olm ekibi yeniden topluyoruz.
(Ekibi mi? Lan yoksa bu halı saha ekibini topluyo da, adam eksik çıktı beni mi çağıracak? Ne de olsa eskiden iyi top oynardım. Tabi canım! Beni çağırmayacak da kimi çağıracak? Eskişehirdeyken bana ‘’geleceğin Rıdvan’ı’’ derlerdi.)
- Ya Kamuran olm ben artık futbolu ancak playstation’da oynuyorum
- Ne futbolu la?
- Ne ekibi la?
- Kemik ekibi olm, eski kemik tayfası
Hee.. Kemik! Pek sevdiğim eski mizah dergisi.
- E süpermiş. Hadi hayırlı olsun çok sevindim olm.
(Flashback –/ 4 sene ön ce cihangir/Kamuran ev)
- Neyse dedim bölüm paramı neden vermiyosunuz abi? Kaç hafta oldu dedim böyle konuşmamıştık, biz de burada işimizi yapıyoruz dedim bu iş böyle gitmez dedim. Ne dedi beğenirsin?
- Ne dedi abi?
- ‘’Al şu elli lirayı Sezai Bey’’ dedi, ‘’bununla biraz idare edin en kısa zamanda ödeme yapıcaz’’ dedi.
- Almasaydın abi..
- Lan almayayım da aç mı kalalım. Ne dolmuş parası var ne ekmek. Gittim işte salçayla makarna aldım, sevineceğine ‘’elmeseydin ebi, poste koyseydin ebi’’! Kalk la makarna suyunu koy!!
- Çizim yapıyorum abi, kalk sen koy.
- Mesela kaç para şu çizdiğin, he kaç para?
- He, acaba sen napıyosun abi?? Gidip orda saatlerce bekleyip, iki cümle edip geliyosun. Sonra orda burada yok ‘’dizi işi çok emek gerektiriyo, sanata saygı kalmadı, viyviyviy’’
- Ben hiç olmazsa insanı insana insanca anlatan bi iş yapıyorum. Gelmişin kaç yaşına hala çöp adamla uğraşıyosun. Hem televizyona çıkıyom olm ben, ünlüyüm ben.
- Senin gibilere az ünlü diyolar abi onu bi netleyelim.
- Az ama öz ünlüyüm. Sonuçta içinde ünlü geçiyo mu geçiyo, ünlüyüm işte.
- Senden olsa olsa ‘a’ ‘i’ ünlüsü olur abi. Sez- aaa-iiii.. aaa- iiii…..
- . . . . . . . . . . . . . . . . .
- . . . . . . . . . . . . . . . . .
- Eşek anırması gibi diyosun yani? Heheheh komikmiş lan bu
- Eheheh di mi ben buldum şimdi…
**************
-Makarnalar geldiii. Süper sos yaptım olm. Kamuran lan bak mutfakta aklıma ne geldi. ‘’Halil Sezai’’ diye bi mizah dergisi kurak mı la?
- Niye Halil Sezai diye kuruyoruz abi? ‘’kamuran’’ diye kuralım.
- olabilir. Kamuran adı da en az Halil Sezai kadar komik. Ama benim bir kozum daha var. Soyadım! Paracıkoğlu… hehehe
- Hayıııır! Kim alır olm ‘’Halil Sezai Paracıkoğlu’’ diye dergiyi ? 1. para iğreti durur, 2. eski Osmanlı Edebiyatı dergisi gibi. Kimse almaz o dergiyi.
-----------------------------
2012 geçen ay
- Alo, alooo??? Sezo, sesin gelmiyo kapat bi daha arayayım.
- He buradayım buradayım, kafam dalmış. Ne diyodun ?ha, ciddi misin olm sen? E süper bi haber bu. Adı ne derginin?
- 64
- Ohaa! 69 mu, e tamam en sevdiğim sayı.
- 64 olm 64
- Niye ki?
- Dergi 64 sayfa da ondan.
- Ee ben de mi yazıcam?
- Yazar mısın?
- YAZARIM! Yok lan yazamam nası yazayım, ben okurum.
- Yazarsın olm
- Yazamam lan
- Yazıcan lan!!!
- Yazmıyorum olm zorla mı???
- Yazmazsan ölümü öp…
- …
- Tamam lan ağlama şaka yaptım.
- Ağlamıyorum gözüme bi şey kaçtı… tamam, ben bi bakayım o zaman
- Tamam o zaman
- Seni seviyorum…
- ben de seni seviyorum…
- Muah
- mucck
- . . . . .
- . . . . .
Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Adı üstünde mizah dergisi. Benden de ne mizah çıkar ya! Acilen içimde, benimle yaşayan Halil ve Sezai arkadaşlarla bir toplantı yapmaya karar verdim. Sezai hemen atladı tabii. Sevinçten uçtu, Kamuran’ı da çok sever zaten. Kahkahalar attı, kötü kötü espriler yapıp gülme krizlerine filan girdi, kuşları besledi, yazın gelişini kutlamak için bu iyi haberin gazıyla spora yazılıverdi, pozitifti yani ve bana yazma gücü verebilirdi. Halil’in bu işte olmasını istemiyorduk ikimiz de , zira Halil hala ayılmaya çalışıyor, uyandığında çivi çiviyi söker diye içtiği zıkkımlarla bir daha sarhoş oluyordu ama bunu ona da söylemeliydik, sonuçta hepimiz aynı bedeni paylaşıyorduk. Güzellikle bu işe karışmamasını, bunun bir mizah dergisi olduğunu, bunalımlı kafayı kaldıramayacağını, insanların onu istemeyeceğini ona anlatmalıydık. Biz bu işi Sezai ile baş başa halledebilirdik. Onu buna güzellikle ikna etmeliydik. Sonuçta yaşayacağı herhangi bir sarsıntı bizi de bunalımdan bunalıma sokabilirdi. Karşılığında ona en sevdiği mezeleri yapacağımızı teklif edecektik. Ama beceremedik. Üç gün sonra kendine geldiğinde verdiği asabi selamdan bunun doğru zaman olmadığını anladık, ben de Sezai de tırstık kendisinden. Belli ki bugün ona boyun eğecektik. Beden bugün onun emrindeydi, çünkü hava yağmurluydu, dışarıdaki gri rüzgarın uğultusu içimizi titretiyordu, sanki, sanki martılar bile gidenin arkasından hep bir ağızdan ağıt yakıyordu, deniz gözyaşlarına boğulmuş sank…….noluyo lan!? Konu başlıklarından anlaşıldığı üzere Halil bedenimizi tamamen ele geçirmişti. Peki bu depresif hal kaç gün sürecekti acaba? Sezai ve ben kabuğumuza çekilip, derinlerde onu izledik. Lanet olasıca kış. Bitmek bilmedi. Tam on beş gün bizi oradan oraya sürükledi. Bir grup kalabalığa kendine benzeyen diğer insanlarla birlikte şarkı söyledi. İçti, arada anlattı. Tekrar içti. Kah ağladı, kah güldü. Sonunda eve dönme vakti gelmişti. Eve gider gitmez kendisine durumu izah etmeliydik. Tabii bu on beş gün içinde Kamuran’dan sürekli ‘n’aber, nasılsın’ telefonları geliyordu. Bu ‘naber’lerin, alt metninde ’’ işi savsaklamıyosun di mi?’’ tenkitleri vardı. Halil’e çaktırmadan ‘’n’olsun takılıyorum işte’’ gibi geçiştimelerle durumu ört bas ediyorduk. Hee söylemeden edemeyeceğim, yinede sağolsun. Halil sayesinde çok gezdik. Görmediğimiz yerler, tatmadığımız tatlar tattık. Bu konuya sonra değineceğim. Eve döndüğümüzde bir kahve yapıp kendisiyle konuşmak istediğimizi ilettik. Elini buyur eder gibi yaptı ‘’sizi dinliyorum’’ dedi. Sezai ‘’ne ayak la bu’’ diye bana baktı. Sakin olmasını istedim. Sonuçta on beş günlük turnenin yorgunluğu vardı üzerinde. Sezai tam konuya girecekti ki eliyle ‘dur’ işareti yaptı. ‘’ben yatıcam hadi siz de yatağa’’ dedi ‘’ve hiç ses istemiyorum’’ diye ekledi. Sezai’nin sağ gözünün seyirdiğini gördüm, ne de olsa aynı göz benim de gözümdü ve artık ne olacaksa olsundu. Sezai ‘’bana bak la’’ dedi. ‘’kaç gündür senin keyfinin kahyasını bekliyoruz konuşmak için, adamı hasta etme, iyice artist kesildin başımıza, kulağımızı açtım ve dinlemen için de yüksek sesle konuşuyorum. Biz bir mizah dergisinde yazıcaz ve bu bir mizah dergisi olduğu için seni aramızda istemiyoruz!’’
Çok ani olmuştu. Nasıl bir tepki vereceğini biliyodum ama yine de merak ediyordum. Gözünü hafif araladı, kafasını yavaşça kaldırdı, dudağının kenarında beliren minicik bir gülümseme ve tiksinme arası bi ifadeyle ‘’lan gerizekalılar, günlerdir ne halt karıştırdığınızı bilmiyorum mu sanıyosunuz? Her ne kadar ruhun derinlerinde gerilerinde bir yerlerde olup bedeni bana bırakmış olsanız da sonuçta aynı bedendeyiz. Ben hiçbir şey duymamış gibi davransam da, dedikodularınız ince bağırsaktan girip, midede yankılanıp, kalp ritmine karışıp tempolu bi şekilde beynimde ara ara yankılanıyodu. Sizin ne bok yediğinizi zaten biliyodum. Tek bir şartla eğlencenize karışmam; benim de bi köşem olacak!!! İsmi de ‘’Halil’in Puslu Sandığı’’…
Kabul ettik. Etmek zorundaydık. Bir mizah dergisinde böylesine depresif bi köşeyi Kamuran’a nasıl açıklayacaktık. Açıklayamadık. Nitekim derginin ilk sayısına Halil’in gelgitleri ve sürekli ilham atmosferi yaratma çabasından ötürü yetişemedik. Ve şimdi 64 dergisinin ikinci sayısına yetiştirdiğimiz ilk çalışmalarımızı okuyabilirsiniz.
HALİL’İN PUSLU SANDIĞI
D urdu dünya durdu güneş
E ninde sonunda durmayacak mıydı zaten
P ervasızca giderken apansız
R ica ettim gitme diye
E ylemde bulunamadım öylece kaldım
S iyonistler bile güldü halime
Y ooo olmamalıydı
O lamazdı
N afile hayatlarda gıptaydık resmen
HALİL s.
BEN’İM YERİM
- Arap aşı Çorbası nasıl yapılır?
Önce iyi beslenmiş bir tavuk düdüklü tencerede haşlanır. Haşlanan tavuk didiklenerek bir köşeye ayrılır. Başka bir tencerede 2 yemek kaşığı un ve ½ yemek kaşığı salça kavrulur. Tavuğun suyu sosumuzun üzerine eklenir ve karıştırılır. Dikkat edilmesi gereken en mühim nokta hamurun top top kalmamasıdır. Tuz, karabiber ve pul biberimizi de attıktan sonra diddiğimiz tavukta tencereye konur. Kaynadıktan 5 dakika sonra ocağın altı kapatılır. Afiyet olsun…
- Bu hafta ne okuyalım?
Geçen hafta harika bir kitap keşfettim sevgili okurlar ve bu hafta köşemde bunu sizlerle paylaşmak için içim içime sığmadı. Victor Hugo’dan Sefiller. Adam çok iyi yazmış, uzun ama akıcı bir dile sahip. Keyifli okumalar…
- Bu hafta ne izleyelim?
Matrix diye bir film var sevgili okurlar. Tek kelimeyle çok güzel! İyi seyirler…
- Bu hafta ne giyelim?
Tulum giyin.
Önümüzdeki ay görüşmek üzere… Sözü Sezai’ye bırakıyorum.
SEZAİ’NİN MİNİBÜSÜ
Merhaba sevgili arkadaşlar. Bendeniz yukarıdaki iki arkadaş gibi sizi saçmalıklara boğmayacağım. Bu köşede çılgınlar gibi kahkahalar atıp çok eğleneceksiniz, gülerken düşünecek düşünürken tekrar güleceksiniz. İyi eğlenceler…
Temelin üç tane sevgilisi vardir.Biri ögretmen biri doktor biri de santral görevlisidir. Fakat ögretmenle evlenmeye karar verir. Bunu duyan arkadasi sorar “Niye ögretmen de digerleri degil?” diye.Temel de döner:”Ula der bilmez misin doktorlar “Bugün git yarin gel” der.Santral görevlisi de”Su an mesgul daha sonra tekrar deneyin” der. Ama ögretmen ne der? Haydi bir daha tekrarlayalim.”:))
Hahahah ahahaha hahahahahahhahahahahaayt. Ehm. Neyse.
Evet benim canım okurlarım, güldük eğlendik.
Olum süper oldu lan köşelerimiz
_evet lan harikaydık
_olm süperiz lan
_önümüzde ki ay gelsede hemen yine bizim kim olduğumuzu göstersek
_evet yaaaa..hadi o zaman birimiz hepimiz hepimiz birimiz için..Horreyy!(Horrey mi?)
Kaydol:
Yorumlar (Atom)